başlık iddialı. yazı çok şey vaadediyor. ben size, vaadettiğim yazıları anlatacağım şimdi.

- lolita kitabı, hayatımda sevdiğim en güzel aşk romanıdır, diyorsam; bilin ki bunda edebi zevk filan rol oynamıyor. benim bildiğim edebiyattan ne olsun amına koyayım. mutlaka 16 yaşlarında bi kıza aşık olmuşumdur. aşk, biraz algısal bi kavram; mutlaka bi -18 kızdan hoşlanıyorumdur, diyelim biz buna. hele, bazı geceler o kitaptan ilk kısımları, her şeyin süpper gittiği o aşk bölümlerini okuyup da uyuyorum, dersem; bi kuyruk acım, bir derdim var sonucuna rahatça ulaşabiliriz.

- ben erkeklerde tipe filan pek dikkat eden bir insan değilim ama bu vidar, harbi yakışıklı çocuk, dersem misal; muhtemelen vidar'dan hoşlandığım için söylüyorumdur bunu. bana, ibne denmesini, gayet hoşnut olarak karşıladığımı herkes bilir. yıllığımda, "sendeki göt nikol kidmında yoktu" diyen, 2 sıra arka çaprazda oturan bir 'erkek' arkadaşın yazdıklarıyla da mevcuttur bu söylediklerim. (onu da alıp yılllığıma koydum, o iltifat da hoşuma gitti)

- misal, şimdi, şebnem ferah'tan 'ay' şarkısını çok seviyorum, dersem; ay ışığına vuruldum ben, çok uzaklarda olsa da; dersem, siz anlamazsınız ama misal ben yanlış anlarım. çünkü blogda yazan herkesin isimlerini biliyorum. mutlaka birine gönderme yapıyorumdur. hele, 2006 yılında rakınkokta, şebo'yu canlı izlediğimi, tüm şarkıları büyük bir coşkuyla söylediğimi ve fakat, "ay" başlayınca, şarkının bi kısmını şebo'yla bakışarak söylediğimizi (zira, şarkıyı baştan sona bilen etraftaki tek bendim yanılmıyorsam) filan söylersem, daha feci. derim ki o zaman, bu hüzünler bende köklü. rakınkoka kadar gidiyor mazii.

- yazının bir yerinde unique geçerse, mutlaka, eski sevgililerimden birine gönderiyorumdur yazıyı. ben olsam, tüm parafrafların başına bakardım, yazıyor mu acep, teşvikiye cad no 135 diye.
ahanda öpüş.
unique tamam da, yazımda biricik geçerse, o kelime bana eski sevgililerimden birini değil, biricik suden'i hatırlatır. bu, bence iyi bir şey değil.

- şimdi, ben tayfa bandista, viski diyeceğim. akla fingolfin gelecek. sizin gelmez de benim gelir. fingolfin, bi seferinde, benim evdeki 3000 kitaplık kütüphaneyi 2 haftada okumuştu. adama, her gün 300 sayfalık kitap veriyordum. ertesi gün elime veriyordu kitabı. daha o zamanlardan özgürlüğe manuşurdu. fantastik kurgu okurdu.

- şimdi, ibnenin önde gideni, diyeceğim; akıllara hemen tanin gelecek. tanin akıllara hep gelir. hep akıldadır. ama küfür etmeden ses etmez. aramazsan 8 ay ölüp ölmediğinden haberin olmaz. şimdi ben, tanin ibnedir diyorsam, bunda geyik payı/toleransı yok. adama, ciddi ciddi, götünü sikecem amk, dedim biğün. sik tinkim senden kıymetli mi dedi. ben, cevaptan emin olmadığım için harekete geçmedim ama.

- bloga, en büyük fantezisi, 2 lezbiyenin canlı sevişmesini izlemek olan adam getireceğim diyorum. şimdi, birkaç gün içinde yeni bir üye katılmazsa, bu adamın ben olduğunu düşünebilirsiniz diye de korkmuyor değilim. söylemiştim zira. ben homoseksüel ve/veya biseksüelim.

- sürekli, second love şarkısını dinlediğimden, yeni sevgilim lololo yapmaya başladı. kendisine fransızca bir küfür ederdim ama, benden çok daha iyi fransızca biliyor. bizzat fransız kızlarla öpüşürken öğrenmiş dili. bana da çalıştır fr. diyorum. o, dudakların değil de, başka uzuvların birleşmesinden yana. olsun, böyle olunca da fransızca ünlemleri coşkuyla söylemeyi öğreniyorum. derdimi anlatacağım boyut kaybolunca, aaaah, diye türkçeye dönüyorum.

stajda konuştuğum insanları hergün, daha ayrı bir şaşkınlığa sevkediyorum. bir gün sosyalistimsi görüşlerim olabildiğini öğrendiler. öbür gün, dinsiz olduğumu öğrendiler. daha öbür gün, dünya üzerinde isa diye birinin hiç yaşamadığını öğrendiler ve buna, "bi siteden okuyup hareket ediyorsun" dediler. dinsiz olmamı da, "zamanın trendlerine" bağladılar. bu, etrafa hoş görünmek için, cehenneme gideceğimi ve ibadullah eziyetler çekeceğimi bildiğim halde bunu reddedermiş gibi yapacağımı iddia eden arkadaş, sonraki günde, kendimi milliyetsiz gibi hissettiğimi söylememle yok artık löbron ceyms eşine geldik sanırım.

halbuki liseden beri, vatan elbet türkiye, hatta türkiye'nin batısı; amma millete karşı bir aidiyet hissetmiyorum, anlaşabildiğim adamla (dikkat, türkçe konuşan adamla demedim burada; yabancı diller bile bilebilirim, yabancılarla bile anlaşabilirim) muhabbet etmeyi severim, diyorum.

arkadaş, birilerinden böyle bir şeyler duyup, bu düşünceyi benimsemeye başladığımı iddia etti. onu ciddiyetle dinledim, ta ki, "ne yani, insanla maymun aynı atadan mı geldi" diyene kadar.

bu cahilliğe, dünyada herhangi bir insanın, pozitif bir katkı yapabileceğine inanmıyorum amma, benim bir şeyler yapabilmem özellikle imkansız. ben, dalgacı adamım. mühendisim hem, düz mantık. misal, mühendis olarak 5 sene sonra rusya'da yaşarsam ve oruç tutmaya kalkarsam, beyaz geceler ayağına 2 hafta boyunca aç ve susuz kalacağımı, çünkü güneşin batmayacağını filan düşünüyorum.


1buçuk yaşındaki kuzenim, mai-mun may-muu filan diyordu, onu bursa botanik bahçesine götürmeye karar verdik. "orada maymun var mıdır ki," diye sordu ablam. "son gördüğümüzden beri evrimleşip insan olmadılarsa, insana 'gelmedilerse' vardır maymun" dedim.
dönüşte, paten kaymağa gittik.

michael moonwalker bir, anakin skywalker iki, tink icewalker üç. kaymakta her zaman karizmayım. iyi kayarım.

bugün, ateist bir arkadaşla da görüştük. oruç tutuyordu ve bana dedi ki, olm tink, ben dahil biirsürü adamı ateist yaptın şu ufacık yerde, dedi. sevindim. şimdilerde eskisi kadar iyi değilim tartışma motivasyonu konusunda, dedim, tahammül edemiyorum artık.

bursa'daki en büyük türk bayrağı, benim odamdan dalgalanıyor olabilir şu aralar. var bi 15 20 m^2. hem milliyetsiz hissetmek, hem en büyük bayrağın asıldığı yerde oturmak ironi diyelim, tamam. peki, en "asarız keseriz, aşırı milliyetçiyiz" nutukları atan adamların, askerden yırtmak için attığı taklaları, stajda bizzat gözlemleyebilmek, daha düşük bir ironi mi dersiniz? ya da, 2. defa öss'ye girerken, sabahleyin, şans eseri, nil karaibrahimgil'in bu mudur? şarkısını dinlediğim ve tüm sınav boyunca bu şarkıyı içimden söylediğim de mi tesadüf? ya neşe tertaç'ı nil karaibrahimgil sayesinde hatırlamak?

yıllar önce, çetin altan'dan, bi büyük fransız adamın sözünü okumuştum. bir alçağın en son sığınacağı yer, milliyetçiliktir, diye aktarıyordu altan. sonra, o lafın; milliyetçi adam kişilik bozukluğundan mustariptir, aşırı milliyetçi adam, aşırı kişilik bozukluğundan mustariptir, versiyonunu okudum. şimdi de, bu stajdaki arkadaşları, insanları filan tanıdıktan sonra, canı gönülden haykırıyorum ki;

arkadaş, vakit kaybıdır. çok yakın arkadaş, çok fazla vakit kaybıdır.

"iflahım sikildi."

bu, stajla ilgili söyleyebileceğim, beni en iyi anlatan bir cümle. staj deyince aklıma sayfalarca yazabileceğim şeyler ya da saatlerce anlatabileceğim şeyler gelmiyor. sadece, "iflahım sikildi" geliyor. hem alabildiğine arabesk, tam da emekçiye yakışan cinsten, sert/bükümsüz aynı zamanda da net.

"belkemiği yalnızlıktan ürperen, kadınsız erkeğin dünyası" (tanpınar, huzur, sf.70)

bu ise, geçtiğimiz bir sene boyunca, tüm beynimi ve düşünsel dünyamı ayırdığım; hemen her klavye başına geçtiğimde hakkında sayfalarca ve sayfalarca yazmaya çabaladığım; hemen tüm ağzımı açtığımda saatlerce bahsetmeye çalıştığım konuyu anlatan yalnızca altı kelimeden ibaret bir tanım.

sadece şu cümleyi yazabilmek için fazladan bi 40 gün iflahımın sikilmesini kabul edebilirdim.

benim için kıskançlık, hayatım boyunca bu kadar iyi cümle yazamayacağımı düşünmek.
benim için kıskançlık; bazen bir konuda beni anlatan cümlenin yıllardır aklımda bulunası fakat deneyimlerime göre yeni/emekçi bir mânâ ile beynime kazınması; ve fakat diğer bir konuda, hatta hayatta en ehemmiyet verdiğim konuda, yıllardır düşündüğüm şeylerin yoğunlaşıp tanpınar şiirselliğine erişememesi.

-stajda pestilimi çıkardılar

-çalışmanın en kötü yanı, 10 saat vakit kaybetmek değil. 10 saat vakit kaybetmenin yorgunluğuyla, evde 7 verimsiz saat geçirmek.

-bunu sözlükteki bir arkadaş da söylemişti; "yaklaşık 2 buçuk saatlik işim var, ben onu 8 saatte yayıyorum," demişti. ilk günün bende bıraktığı intiba, 8 saatlik sürede 4buçuk saat kadar çalışıyor mühendis takımı. halbuki bize okulda, "insan 8 saatlik işte, 6 saat 48 dakika çalışır" diye öğretmişlerdi. tabii kitabın yazıldığı zamanda, facebook bu kadar yaygın değildi.

-pain of salvation'dan second love'ı, abartmıyorum, bi 700 defa dinlemişimdir. iki yıldır hemen hiç dinlememiştim. geçende yine sardım. iki gündür tam 40 defa filan hiç durmadan second love dinledim. sonra, bende telefonu bile olmayan bir arkadaş aradı beni. bu bir işaret olabilir mi.

-stajyer arkadaşlardan, sürekli kapitalizme söven bir tanıdığım da oldu, istanbuldan gelmiş. fakat telefonu en aşağı 500 liralıktı. laf arasında da, babasının gayet iyi kazandığını sıkıştırdı. fabrika sahibine söverken, babasının da ceo mu ne olduğunu söyledi.
eh, herkesin kapitalizm anlayışı farklı. mesela o çocuk için, kapitalizm, "senden bir üst koltukta oturan para babası"dır. bu mantıkla o tanıştığım çocuğun babası fabrika sahibi olsa, kapitalist olan tüsiad başkanı olurdu.

-fabrikaya giden servislere bindiğimde, second love dinlemeyeyim de, nazım hikmet'in; "korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar" diye nitelediği o güzel emekçilerle kaynaşayım, bir ne diyorlar acep, dinleyeyim dedim. hatta motivasyon için son 1 ayda, günde 3 saat kadar nazım hikmet bile okumuştum. ön çalışma da tamdı. ama nazım kusura bakmasın, "toğrağa basıp doğrulan" bir emekçi yerine, fenerbahçe'nin ön liberosu hakkında acayip kafa yoran bir kitle ile karşılaştım.
bu görüntü benim umursamazlığımdan pirim bulamadı ama nazım olsa elbet çok üzülürdü.

- "I'll stay forever in my dreams where you are near"
bir bu var aklımda pain of salvation'dan, bir de, "ve kahreden, yaradan ki onlardır" dizesi var nazımdan.
ikisi, yan yana oynamaz.
aynı christian ile dos santos'un fenerde yan yana oynayamayacağı gibi.

ve fakat, zeytin fidanları hala fidan, hala çocuk ve hala deli gibi korkuyorlardı iş hayatından. staj bitsin de, kitapsal/kuramsal hayatına damardan dalsın, günde 8 saat mesai ile istiyordular.

e pur si muove

görüyorsun ya, ey cânü tenim,
...................................(böyle mi denir, içimden geldi)

ben ediplerden hikmet'li olanı severim. bu alıntı da oradan. memleketteki insanlardan birinden.
bir de çok sevgili sözlükten alıntı yapayım, daşşaklı sayılabilecek yazarların birinin gençlik entrylerinden, başlıktaki ilk entryden;
"cansever olanı, liseliyi etkileyecek şiir yazar. kuş, çiçek, böcek, "tatlı hayat" şiarından yazar. daha derinleşmez. ben sevmem, sevenine kurban"

***

yazmak istediğim çok şey var amma yazma isteğim sıfır.

***

küçük olanlar hatırlamaz, ilk telefonlarda (600 dolara ericson'un en berbat modeli) mesaj atarken telefon sorardı, "mesaja cevap istiyor musunuz." evet dersen, mesajın gittiği yere şöyle gelirdi mesaj, "mesaja cevap isteniyor, cevap verecek misiniz?" evet derdin, sonra cevap verirdin.
bu bana saçma gelirdi. sonra soru cevabı kaldırdılar zaten, isteyen mesaj attı, isteyen cevap verdi ve isteyen sustu.

***

parmaklarım kuruyor, aynı zamanda dudaklarım da kuruyor. son birkaç senedir, parmak kurumasına nivea sürmesini biliyorum ama dudaklara krem süremeye alışamadım. istiyorum ki, öpüleyim illa, öyle nemlensin dudaklar; ve sanıyorum ki, bu düşüncemde yalnız değildim ve değilim.

***

teyzemin 600 dolara aldığı telefon gibi, ablamın kullanmadığı dudak koruyucusunu, geç de olsa, ben kullandım hep, -vaktiyle-. ikinci el, sevilen birinin elini ikinci kere tutmak kadar heyecan verici olabiliyor bazen, onu o zaman keşfettim olabildiğince.

***

boş oturmanın, saçmalayabilme özgürlüğünün ve sözlükte dahi dalga yapabilmenin güzelliğini şimdilerde fark ediyorum. bunları keşfetmedim, biraz biliyordum ama, bildiğimi bilmiyordum fazlaca ve -önemlisi- bilinçlice.

***

bildiğimi bilmediğim diğer şeyse,
................yazmak istediğimde zaten yazıyordum, zorladığımda
fakat yazamıyordum pek
....................-belki biraz, şimdi olduğu gibi-
.....................................zorlayınca düşünüyordum dünyanın boşluğu hakkında

ve dünya gibi tüm arkadaşlık/dostluğun hakkında
.......ulaşıyordum her şeyin boş olduğuna, tekrar tekrar düşünüyordum varıyordum
..........................yazının ve bir gecenin sonuna daha
özlüyordum heyecan duyduğum anları, hayatın sıradan olduğu sıradan zamanda
......................gelmiyordu artık
......................hiçbir şey farklı
.............................................fakat yine de dönüyordu dünya.

iğrençtir.

ben buğün size iğrenç bi şeyden değil de başlıkla hiçbir alakası olmayan yazı nasıl yazılır, ondan bahsedeceğim, onu örnekleyeceğim.



sohbet muhabbet ettiğim bi arkadaşımı kaybetmeyeli herhalde 7-8 ay olmuştur. halbuki gayet iyi yaptığım, hayli yetenekli olduğum bir husus arkadaş kaybetmek. geçen sene bu tarihlerde soyadı benimle aynı olmayan, istediğim zaman arayabileceğim -sanıyorum- bir tek 'tanin' vardı. bunu bildiğimden, tanin'i aramak istediğimde aramazdım. hatta kendisini hiçbir zaman aramıyordum ki, kendisini aramayı istemekle istememek arasında kaldığım anlar bir karşıklık çıkmasın.
neyse, o günlerin etkileri buğüne kaar (kütahya ağzından kapmışım biğaz biğaz) gelmiş olmalı ki, doğumgünümü soyadı benle aynı olmayan sadece tek bir insan evladı kutladı. o da, şimdi, kimdi, neydi hatırlamıyorum vallahi.

meram şu: "bu, yetenekli olduğum şeyi, niye deneyimlemedim uzuuun süredir."
-bilmem vallahi. bildiğim şu; sözlükten konuştuklarımı da sayarsam şu an hemen hemen 7 tane, istediğim zaman arayabileceğim insan var. buna mukabil, son iki biten muhabbet, hep karşı tarafın isteği neticesinde gerçekleşti.

benim gibi çocuğa, "bi daa konuşmayak" diyenler var yani. (vay cici insanlaaar! :A)
neyse neyler de, bana da ilginç geldi.

bu, "konuşmayak" şeysini, benim demem lazımdı. o tam konuşacakken, "dur, sus. diyeceğini unutma (unutursan, "yalan"dırlar), ama sana 2 çift lafım var!" demeliydim. ben çift lafımı dedikten sonra, o ne derse desin fark etmemeliydi.

***

bi insanla "bundan gayrı konuşmayak artıkın" diyebilme hissiyatına ne vakit ulaşırım, onu açıklığa kavuşturayım.

ev dışında geçirdiğim her an;
1) yazacaklarımın dünya edebiyatına katacağı niceliği/niteliği minimize ediyor.
2) benim tatlı canımın sıkılmasına yol açıyor.
ilkinden ziyade ikincisi mühim. zira ilk öncülde kaybeden dünya edebiyatı oluyorken, ikincide doğrudan bir zarar görüyorum ben. ve konuşmuyorum bu yüzden o insanla.

hatta, bu yüzden, hiçkimseyle görüşmek istemiyordum ve bunu söylüyordum yüzlerine çeşitli bahanelerle. misal;
"yeni aldığım kitapla uğraştığımdan seninle görüşmek istemiyorum."
-e biter yarına kadar?
"işte bitince yenisini alacağım ve seni yine görmek istemeyeceğim."
(malum, dünyada zibilyon kitap yayımlanıyor hergün)
veya;
"evde bulduğum bilmemne dergisi yüzünden artık seni göremem. sinirimi bozuyorsun, dergiye yoğunlaşamıyorum"
-olm o dergi fransızca, bilmiyon ki sen?
"moi?? ahahaha. jö parl tğe bien fransey. işte kursa başladım, 1 seneye öğrenirim, 2 güne de okurum. o yüzden meşgul etme beni" gibi filan.

***
bahaneler çoktu, fakat bu insana içten yaklaştım..
ve fakat, bu sefer böyle olmadı.
açık konuşayım, "beraber içki içmek en istediğim insan" kesinlikle kendimimdir. bu yüzden her gece olmasa da çoğu gece, evde yalnız içki bile içiyorum.
kendi muhabbetimi çok seviyorum.
ama, somebody, ismi lazım değil, dedi ki, "bundan sonra seninle zinhar konuşmak, bazıbazı yazışmak istemiyorum! kibarca, kendine iyi bak; kabaca siktir git mına koyam" dedi.
koy tabii.
zira bu, bana, terk edilmek kadar koydu. harbi, geyik yapmıyorum öyle, ciddiyim.

ismi lazım değildi, ama, o da bir vefasız çıktı.
benim gibi adama, canımın içi, konuşmayalım, dedi. (canımın içi arasöz, yani canımın içi olan o, konuşmayalım diyen de o, karışmasın.)

***

insanın kendini sorguladığı (ki, 4-4lük adam olduğum için bunu nadiren yaparım) nadir anlardan biriyle karşınızdayım. sohbetimi, tercih edilebilir bulmayan, o nadir insanlardan birine denk geldim. (nadir)x(nadir)=(nadir)^2
bu an, unique. bu an, bir şeyler yazmak isteğiyle yanıp tutuştuğum bir an.
bu an, üzüldüğüm; bu an, uzun süredir öğlenden içmeye başladığım ve yine bu an, arkadaş kaybetmekteki yeteneğimi yadsıyıp, beyaz bayrağı açtığım ve dost dost diye nicesine sarılmak istediğim bir an..

elveda ve bütün o konuşmalar için teşekkürler..

***

sizlere içimi "açtım," bloga karşı, içten bir "açılım" tutumuna tutundum.
"Stop Crying Your Heart Out" armağan ettim herkeslere.













ve dönme tekrar geriye..

- elimin altinda alman klavye var ßäö§ filan falan. ve bununla yazmak cok zor. misal y ile z"nin yerleri degismis ne hikmetse. "zaymak yor oluzor"
-memeler straße
amsink straße
diye yerler var almanya`da. (saniyorum hamburgda buralar)

- kutahya`dayim. burada, "bagirmak" yerine ünlemek diyorlar. misal, "tink´e unleyiver bi gelsin" gibi.
- soyle ünlüyorlar. "ahmeeet a ahmet" ya da "mulaaaaa a mula" gibi.

-kutahya´da 2 bucuk gun gecirdim. tek bir, "bununla cikabilirim" diyecegim yasit kiz gormedim. bu, cikabilirim, dedigim kizlarin tum kizlara orani okulumda %70, bursadaki homeland´imda %15 kadar oluyor.

-http://twitter.com/serdargut
ben twitter´i dunyadaki en bos site saniyordum. serdar turgut beni yerlere dusuruyor gulmekten ve fikir degistirdim bu nedenle.
-facebook gelmis gecmis en bos site, ikincisi de twitter.

-kutahya´da guzel kiz goremeyince bunalima girdim. net de yok sayilir. serdari izleyip gulerek stres atamadigim icin de aklima ´mula geliyor hep. onceki yazida saydigim 10 kriterin en asagi 9una uyabilecek bi kiz bu mula. ustune zengin ve bizzat teftis ettigim uzere elbise de giyiyor. amma ben -18 yas sendromu kizlarla ilgilenme sirami saldim (halis topragin isi bayagi zor yani). o zamanki sevgilim de 19 yas sorunlu sevgili sirasini saldi benimle. simdi istiyorum ki karsima cikan kiz, -18 yas sendromlu olmasin ve 19 yasinda bi cocukla cikmis, onu da yasamis olsun.
her ölüm gibi her çıkma da sirali olsun.
-mula altyapi`dan yetisiyor. 1-2 seneye 10 10luk hatta 10+(para+elbise) yani 10/10+2lik seksi bir kiz olacak. aman dikkat..

-mula, benim bu takilmalarima pek ses etmiyor. bu huyu guzel.
-mula`nin sozu var ve bana "yenilerin intikami" filmini anlatacak sessiz sinemada.

-alman pasaportlu kuzen, sessiz sinema oynarken, "evde tek basina" filmini bilemedi. "evde tek bir bas" dedi. lakin, uydurdugum, "4 nala kosan kafasiz atlilar`in drami" filmini basariyla anlatti anneme. sorun su ki, bu filmi 2 extra icerek, 10 dakikada uydurdum, annem 3 extra icmis halde 1bucuk dakikada bildi.

-her 10 kadindan 9unun turbanli oldugu kutahya`nin tanriya inanma oranini tek basima %240lardadan %60lara kadar dusurdum. tayyip beyin sevilme orani da hakeza oyle.

-yuzgeri edesiydim hatta edeyazdim amma yuzgeri etmek ne demek bilmiyorum. mula`ya mi sorsam ki? pazen, straples filan, onlari da bilmiyorum. öğrenmek istemediğim ne çok şey var...
-turkce cevirisi yok denilen bertrand russell`in iktidar kitabinin 1985 cem yayinevi baskisi var kutahyadaki evde, sorun şu, o evde kitap okuyan kimseyi görmedim henüz.

-hangisi yerine hankısı diyen insanlara sinir oluyorum.
-kutahyada yemek yerken bicak kullanmak gibi bir pratik mevcut degil. teorisyeni olmaya da adayım ben.

hamamböceği nickli cefakar arkadaşımız, blogumuz ilk açıldığı günden beri bizi takip eden yegane insan. bazen, benim dahi okumadığım yazıları (sarhoşken yazıp, anında unuttuğum yazıları -ki hemen tüm yazdıklarım- sabah tekrar okumam ben) bile okuyor sanıyoruz ki. işte ona hem bir teşekkür etmek, hem de önceki yazımda (ve yorumlarda) başladığım işi tamamlamak istiyorum.

eli yüzü düzgün denilebilecek bir erkek olarak, eli yüzü düzgün denilebilecek, türkçeyi basit hatalar yapmadan kullanabilen istisnasız tüm bayanlara seksi olma rehberimi sunuyorum. kadından beklentilerimi sunuyorum.
hangi durumlarda kızlar seksi oluyor, geriye doğru sayalım.

10- her geyik her yerde yapılır. esprinin yeri gelir seksist olursun, yeri gelir sevici de olursun. bianet’te haber yazmıyoruz yahu, entry yazıyoruz, blog yazıyoruz. per se olabilirsin, gurme’ye hiç girmiyorum bile. (espriyi anlamayanlara, per se, çok taşaklı bi restoran)

9- yaptığım esprileri açıklamak zorunda bırakmamak. yani tamam per se’yi bilmeyebilirsin. ben de oray eğinden öğrendim. oray eğinden öğrenilen bir şeyin, gerekli bir şey olma ihtimali çok az. per se deki şarap fiyatları ise abartı fazla.

8- argo, küfür sevmem etmem dememek. dil, senin için sevgiliyle öpüşmedeki yardımcı elemanlardan birisi olabilir lakin biz etkili iletişim için de kullanıyoruz ara sıra da olsa, o dili. dilde var argo. gayet işlevsel, ağızda şarap tadı gibi arzulanabilir bir tad bırakıyor. hem nazım ne demiş;

"bütün insanların içinde bizi bulmuş

'mına koduğumun kaderi" (memleketimden insan manzaraları, sf.45)


7- benim angarya olarak gördüğüm işlerle uğraşmak. misal moda; kıyafet alma işini benim yerime yapabilir. güzel şarkıları/albümleri bulup yollayabilir. bunlar güzel şeyler, bunlar artı puan. ben de onun yerine evi silerim. bu, daha kolay gelir kıyafet almaktan.

6- üşenme değil fakat eylemsizlik durumuna aşina olmak. şimdi günlerim salonda kitap okumakla, bir şeyler yazmakla geçecek. kalk, şuraya gidelim, dendiğinde "kusura bakma sweety, şu bölümü bitirmem lazım" dediğimde katiyen üşenmiyorumdur. yürümeye, hazırlanmaya üşenmem; fakat dışarısı benim için "tercih edilebilir" bir şey olmuyor genelde.

5- sözlüğü ve blogu ve word sayfamı hoş karşılamak ve dahi, sözlüğe aşina olmak. bu mühim. her erkek kendi özeli olsun ister. ben, özelime laf söylenmesin de istiyorum. yani şifreyse şifre, alsın girsin. isterse nickimden sözlükteki kızlara 'yazsın'. ama, "5 saattir sözlüktesin" demesin. bazen 5 saat olur, sonra 5 gün boyunca hiç saat olur. bunlar değişebilir. değişmeyen şey, "zevk aldığım günlük pratiklerimin sorgulanmaması" durumu olmalı. ve "şeref geçen gün çok iğrenç bir insansın" deyince yüzüme bakmasın. anlasın durumu.

4- bu mühim, kıskanmamak. ben, bir yerlerde dediğim gibi ancak şöyle bir durumda kıskanırım. yanımda vidar vardır, "bu vidar yerine keşke o olsaydı yanımda" derim. o da, benimle aynı şeyi düşünmezse kıskanırım. erkeklerle kesişmesi değil de, bir arkadaşıyla diyelim lunaparktayken, tink olsaydı yanımda şimdi, demezse kıskanırım. bunu yaparım işte. karşılığında da, böyle bir kıskançlık beklerim.

3- ben yemek yaparken arkamdan sessizce gelip, belime sarılması. dünyanın en tatlı sevgilisi kimdir derseniz, işte bu. "bırak yemeği benimle ilgilen" derse de, yemeği yeme de kızın yanında yat yani. (özelden genele geçersek, sürpriz dediğim şey, gidip de bana bir kitap alması değil, "yaratıcı" şekilde uğraştığım bir şeyde beni teşvik etmesi olsun. yemektir, yazmaktır filandırfalandır gibi şeylerde)

2- en sevdiği türk yazarlar sırasıyla, atay, tanpınar, pamuk, anar olsun. bu da mühim. birbirimizi anlamamız lazım. koklaşarak da anlaşılınabilir ama ben kitabı, filmi filan tercih ederim anlaşma aracı olarak. aslında kitap okuyup okumaması da umrumda değil. bunları okusun, sevsin yeter.

1- kitabı kendine değil bana da okusun. işte, dünyanın en seksi kızı! ingilizceden lolita okuyan bir kız için dünyaları verebilirim. aslında vermeyebilirim de, o isterse veririm; dünyalar mesele değil. hatta türkçe'den okusa da olur. hatta, "hanimiş de canımcım" diye okumak zorunda da değil. karşılıklı uzanalım ve farklı farklı kitaplar okuyalım. dursun, "dinle dinle, çok güzel" desin birden.

"Hayat için besin neyse, sen de osun aklıma,
Toprağıma yağan yağmursun tatlı tatlı,
Öyle kaçtı ki rahatım sende bulduğum huzurla,
Servetiyle barışmayan bir cimriyim tıpkı,
Bir an sevinç duyarken korkuyorum sonra hemen
Haydut yıllar çalar götürür diye hazinemi (...)" desin gülümseyerek.

natalie portman palavra, işte bu kızdır dünyadaki en seksi kız.


****

burada saydığım 10 maddeden 4ün üstüne çıkanlarla arkadaş olabilirim. 7nin üstüne çıkanlarla tanışmak kaynaşmak ve çıkmak isterim. hele elbise de giyerlerse evlenebilirim bile, o derece.

(yazıda geyik yaptığım sanılmasın, tüm dediğim şeyler, hemen hemen tamamen doğru. yani seksi olmak için, "az yağlı olsun, saçları kıvırcık olsun, gözleri mavi olsun, esmer olsun," gibi zırtapoz şeyler gerekmiyor benim için.)

kız dediğin elbise giyer.

yazıyı bu tek ve doğru cümle ile de bitirebilirdim. ama size kurduğum aktivist örgütün propagandasını yapmak istiyorum biraz olsun.
"kadınlara elbise, pantolonlar kodese" (kısaca kadelpako)

STK'mızın kuruluşundan bahsedersek; harry potter ve melez prens filmini izlemek için gittiğim büyülüfener sinemasında, yeşilli sarılı, diz hizasında elbise giyen aşırı tatlı bir kız görmem ve kızın robert musil okuduğunu fark etmem ile aşık olmam; kadelpako'nun kurulmasını gündeme getirdi. çünkü kız, sinemaya tek başına gelmiş, arkadaki love seat'e yayılmıştı. merhaba diyemedim, ben biriyle gelmiştim filme. (rahatsızca, bir love seat'de uzak uzak oturuyorduk birbirimize.)

vizyon ve misyon şu; sokakta orada burada, güzel insanlar, güzel kıyafetler görmek istiyoruz. bir kadının da, içinde 'güzel' olabildiği pantolon, henüz üretilemedi. capri desen iğrenç bişi. amelie'yle birlikte arşivin tozlu raflarına atın gitsin. kurtulalım ikinsinden de.
elbise öyle değil, elbise can, elbise en güzel bi şey. kâh bir karne hediyesi bisiklet sevinci yaratıyor insanda, kâh bir feel good filmini daha izleyip, feeling good olma sevinci yaşatıyor.


ciddi söylüyorum. böyle çimde, dağda mangal yapalım dendiğinde; bu giysinin hafif daha yalın versiyonunu giyecek kıza aşık olmayacak erkek yok dünyada, allah sizi inandırsın.
itörnıl sanşayndaki kate winslet'in niye öyle çok sevildiğini sanıyorsunuz? zira cıvıl cıvıl. en huysuz, aksi olduğu zamanda bile, saçından, kıyafetinden yaşama isteği akıyor.

***

işin kıskanma boyutu da var. oradan buradan kulağımıza geliyor. birtakım erkekler varmış, "ben, sevgilime etek, elbise giydirmem" diyormuş. ben giydiririm yahu. hatta öyle bir giydiririm ki, aynı, son zamanlarda yaptığım gibi, buluşacağım kızlara, "pantolon giyersen, bir anda acil bir işim çıkabilir ve eve dönmek zorunda kalabilirim" diyerek, zorlamayla giydiririm. (son 10 günde; 3 kişiden 2sini "imana" getirebildim bu sayede.)

şahsen, kız arkadaşımın da gayet, mini etek, dar elbise filan giymesini tercih ederim, hatta isterim de. sözlükteki, erkeği seksi yapan unsurlar başlığındaki her 10 entry'den 8ü, cevap olarak "kıskanması" dese de, kıskanmam abi. zaten istesem de kıskanamam sanırım amma, kıskanmam da zaten.

dozunda kıskançlık diyorlar bir de. kıskançlığın dozajı mı olur? "diz üzeri 2 santime kadar tamam, 1 karıştan sonra kıskanırım" mıdır bunu dozajı? doz aşımından, overdose'dan intihar edilebiliyor mu?
ve lakin, "şöyle güzel bir günü niye benimle değil de x'le geçirdi" diye, pozitif bir kıskançlık dışında, tüm kıskançlık biçimlerini primitif buluyorum.

evet, ben seksi değilim. ama elbise giyen kızlar -hele musil de okuyorlarsa- çok seksi oluyorlar.

kaderimiz, kadelpako'ya bağlı. tüm estetik meraklıları, birleşsin! zira düşük belli dar pantolonlardan başka -estetik anlamda- kaybedeceğimiz bir göz zevkimiz yok.

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa