aslında türkleri bilmem. ama, ne mutlu kuzenimle bana. çünkü yazıda irdelemeye çalışacağım mefhum; yüksek lisansını yapmakta olan kuzenim ve lisansını yapmakta olan benden neden bilim adamı çıkmadığı ve çıkamayacağı hakkında;

1) kahvaltı (1 saat)
söyleyeceğim, inanamayacaksınız.
bizim kuzen, her sabah inatla kahvaltı yapıyor.

yahu kuzen, diyorum. 1 kişilik kahvaltı demek, 1 tane pis tabak demek. her sabah 1 kişilik kahvaltı demek, her sabah 1 tane pis tabak demek, diyorum, dinletemiyorum.
illa buzdolabından kahvaltılık çıkacak, tabak çatal bıçak gelecek.

bu, daha fazla yük olmasın bana diye, evden tuttum bir tost makinesi getirdim. her sabah tost yemeye başladık. "ya kuzen," dedim, "tost makinesi var diye her sabah tost yapmak zorunda değilsin."
nankör, dedi sadece. afiyetle yiyormuşum tostları.

allah aşkına, bir insan kepek ekmeğine yapılan herhangi bir şeyi afiyetle yiyebilir mi?..

2) akşam yemeği (1 buçuk saat)
şimdi, akşam yemeği dediğin şey nedir? fırını ısıtırsın, pizzayı atarsın, 20 dakika sonra gider alır yersin. yok, sağlıklı bir şeyler yiyeyim diyorsan, domatesli peynirli makarnayı 15 dakikada pişirir, 2 tabak yersin ki yarına kadar acıkmayasın. ya da, fosfor mu istiyorsun, çok mu zeki olmak istiyorsun, 1 tam ekmeği yarar, 2 ton balığı kutusunu içine boşaltır, biraz domates az peynir ve baharatlar ile afiyetle yersin.

tabii, burada dikkat edilmesi gereken, balıkla beyaz şarap, rakı; makarnayla kırmızı şarap ve pizza, vs ile bira içilmesi gerektiği.

---

peki bizim kuzen ne yapıyor?
en basit dediği yemek şöyle; bim mantısı alıp pişirirken bir taraftan da yoğurtlu baharatlı filan hazırladığı hazır çorbayı pişiriyor. mantıların için kıyma soğan doğruyor. yanına piliç ızgara pişiriyor. keyif çayını ve dondurmayı hazır ediyor. içecekse, kahveli sütlü likörü 4 5 tane maddeyle karıştırıp, şemsiyeyle filan sunuyor.

bu saydıklarım, kuzenin en "pratik" akşam yemeği tabii. kemikli et alıp, onları sıyırıp, kemik suyunda çorba yaptığı da vakidir..

3) alışveriş (2-3 saat)
abartıyorsam taksim meydanımda dübürümden penetre etsinler herkesin içinde.
dün, balık alacağız diye beni çağırdı. ya kuzen, sen git al, parasını şeyederiz, dedim. yok illa gel. tamam geldik.
carrefour, evime 7 8 dakika kadar uzaklıkta. alışverişi oradan yapacağız.

"ben söyleyince orada bekle beni," dedi. 10 dakika sonra çağrı geldi. ben hazırlanıp çıktım. carrefour'un önünde beklemeye başladım.
tam 15 dakika sonra filan, bir mesaj geldi. "trafik çok sıkışık, ben geç kalabilirim, evden çıkma."
bir 15 dakika sonra daha, "yaklaşıyorum" diye bir mesaj geldi.
nihayet 40 dakika beklettikten sonra vuslata erdik.

ben zannediyorum ki, balığı seçip çıkacağız. kuzen durdurdu, araba alalım, dedi. "güzelim, görmüyor musun kol kaslarımı, bu kaslar bir balinayı bile taşıyabilir" dedim. yine de araba dedi peygamber demedi. "1 tl yok yanımda, şu elle taşınan sepetimsilerden alalım" dedim. yok, araba da araba.

neyse, arabayı aldık, girdik içeri.
büyük bir çeviklikle, marketteki her şeyi arabaya indirmeye başladı. "dur ne yapıyorsun" demeye vakit kalmadan, arabamız çoktan dolmuştu. bir dünya şey almıştık. "100 lirayı bulmadan rahat etmeyeceksin" diye takıldıkça, el çabukluğu marifet, arabata bir şeyler inmeye devam etti.

bu arada aynı yolları ondefalarca yürüdük, alacağımız alt tarafı 2 tane çipura için, tam 25 30 tane çipuranın boğazındaki kırmızılık oranına, gözlerinin canlılık oranına baktık. 5 kiloluk makarnalar aldık. "savaş çıkmaz bitanem, gerektiğinde alırız" dediğimde karmaşık matematik hesaplarıyla kaç lira kârda olduğumuzdan dem vurup durdu.

***

17:30'da alışveriş için evden çıkmıştım. eve geldiğimde saat 19:48'di. yemekten kalktığımızda, 21:30'u geçiyordu. çaylar ve yediğimiz tonlarca yemeğin hazmı bittiğinde 22:30u geçiyordu saat. yanıma gelip adını duymadığım iletişimcilerin "bunun kitabını almasam mı, idefix siparişim 400 lirayı buldu" filan gibi cümleler kurdu (bu son 3 gecedir böyle devam ediyor, günde birer saat. abartıyorsam yine dübürümü gözden çıkarttığımı da bildireyim)
sonra, facebook'u açtı nihayet. 23'ken saat. tiiink gel. geldim, ne var? bak arkadaşımın düğünü, bu da benim.
tiiink, gel. geldim, ne var tatlım? bak, bu erkek arkadaşımın saçları kesilmiş hali.
tiiink, gel. geldim, ne var şekerparem? bak, çok komik bobiler org karikatürleri.

***

gece saat 23:55 gibi, nihayet odama geçtim. o an huşuyla yanıma geldi. "senin ödevin vardı, niye yapmadın?" dedi. tam ağızımı açacaktım ki, "dur, biraz likör getireyim, şarkı dinleyip laflayalım" dedi.
saat 00:40 gibi yatağa gittiğimde, ödevin ilk sorusunu dahi okuyamamıştım.

sabah kalktım. "hem ödevini yapmıyorsun hem de okula geç kalıyorsun, yallah" derken, kendisine 1 saat sürecek kahvaltıyı hazırlıyordu.


hukukun üstünlüğüyle sona erebilecek bir mücadele olur kanaatindeyim. maç sonunda, devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü için 2 oyuncu kırmızı kart bile görebilir. hatta şimdi maçtan geliyorum. 'rakip' hukukçular bask bölgesi iyi incelemişler. onlarla halı saha maçımızı yaparken, "madrid'le maç yapan atletic bilbao" oyuncusu gibi hissettim kendimi.
lakin yukarıdaki fotoğrafta fotoğrafladığım taraftarın da amansız desteğiyle, madridli hukukçular galip gelmesini bildiler :( geleneksel parti kapatma şenlikleri'ndeki spor faaliyetlerinden biri olan olan bu maçta elendik işte. artık bize maç yaptırmayacaklar.

al gülüm ver gülüm kendileri oynayacaklar bu "erkek" sporunu..



The big gang theory















bunun dışında dikkatimi çeken ikinci şey, the big bang theory'deki penny

abi, araştırdım ettim, bir insan da çıkıp sözlükte, "inanılmaz tatlı göğüsleri olan dost" dememiş penny hakkında. bu insanlar bu dizileri nereleriyle izliyorlar akıl sır erdiremiyorum. yani, penny'nin tüm o aptal sarışınlığının arkasında egzotik bir seksapelin olduğunu, tek tek bakıldığında çok güzel olmasa da, genelde (oynadığı rolle de değerlendirince) gelmiş geçmiş en seksi kadınlardan biri olduğunu bir tek ben mi yakalayabiliyorum yani?

şair olsam, kendisine şimdiden 5 şiir yazmıştım. ne beşi hatta, 2 'inanılmaz tatlı' ve devasa şiir, onlarca da methiye...

izleyemeyenler için; (hemen hemen cümleleri aynen alıntılıyorum)

iran'ın uranyum zenginleştirme çalışmalarıyla ilgili:
"barışçıl amaçlı nükleer enerji santrali kurmak her zaman desteklenebilecek bir şey"

türkiye'deki basın özgürlüğü hakkındaki soruya el cevap:
"türkiye'de basın özgürlüğü sorunu yok"

7 askerin ölümüyle ilgili;
"birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu açılım günlerinde..."

***
bunca basın özgürlüğü içinde, barış için kitle imha silahlarına sahip olmak, elbet, çok desteklenebilir bir şey.
ama kazıyınca, şuralara ulaşıyoruz:
her ordu kötüdür [tıklayın, üşenmeyin okuyun]
---
aslında çok şeyler yazılır da, tahrik edilmeden öyle uzun uzadıya siyaset döşenmeye üşenir oldum.
lakin, mizahı dikkate alırken, şunu da unutmayın, diye bitireyim. muktedirin diliyle muktedire karşı mücadele veremezsin. adam, basın özgürlüğü sorunu yok diyor misal.
bürokrasiye çalışan tek parti basını mı, sermayeye çalışan basın mı daha iyi, tartışması milyon defa yapıldı. tekrar girmeyelim.
lakin,
adam, birden hortluyor ve "yaptığın grev masum değil, 'cezası' verilecek" deyiveriyor. kendisine yakışan bu. grev kırıcı o 'güzel' insan, akp milletvekili, eczane sahibi de kameraya, kazandığı ekstra paranın veçhiyle sırıtıyor ya.

amanın,
çok korktuk. masum değiliz hiç birimiz. keşfettik bunu. devlette işe bile giremeyiz artık.
**
tüm bu 'mizah' ne zaman 'ciddiye alınabilir' bir durum/hayat/tasavvur sundu ki, bizim, buna karşı aldığımız tutum masum olsun.


ulan,
dün gece pek sevdiğim bir arkadaşımla konuşuyorum, saat 2bucuk filan. bilen bilir, erken uyur erken uyanırım ben. o saate kadar normalde kalmazdım (hele, sabah derse kalkacaksam hiç kalmazdım) ama kendim için mühim şeyler yazıyordum.

kronoloji

ulan, diyordum, lise 2de filan, inzivaya çekilmiştim ben büyük adam olmak için.

ilk iş, kafayı sıraya koyup oturuyordum. sınıfta en çok konuşanlardan biri olarak az konuşmaya başlamıştım.
lise üçe geldiğimde, çoğu gereksiz muhabbetten ve kişiden kurtuldum. bunda, pek sevgili tanin'in de katkısı oldu tabii. "olm, boş boş adamlar, boş boş muhabbetler, boş boş konular, yat uyu daha iyi" diye teşvik ederdi dersler esnasında.
bu arada, bok varmış gibi kız davaları filan girdi.

bir sonraki sene, herkesten kurduldum, buna, inciğimi cinciğimi bilen vidar da dahil.

amaç ve 'olasılık dahili'

"olasılık dahilinde değil" diye bi deyim kullanırız ya, demek ki, bi "olasılık dahili" var. işte, münzeviliğimin amacı da, o olasılık dahilinin sınırlarını keşfetmekti.

misal romancı mı olmak istiyorum,
ne kadar büyük olacağım?
-proust? nabokov?-
bi ayar düş.
tanpınar? atay?
-bunlar hala devasa mına koyayım. ben kim onlar kim.-
pamuk? kundera?
-olabilir. neden olmasın? ama olmaz, keşke olsa ama olmaz.-
peki ne?

işte böyle böyle, ömrümü yedim ve, nevi şahsına münhasır bir adam olayım dedim, çıktım o inzivadan üniversite ilen.

asıl anlatmak istediğim

hani bir şeyi çok fazla deneyimlemeyin, sonra kaderiniz olur gibi dandirik bir söz vardı ya.
işte, geçenlerde yine karar verdim.
dedim ki;
"bir insanla sevişmedikten sonra buluşup sohbet etmenin ne anlamı olabilir?"
bu soruya rasyonel bir yanıt veremedim.
yani, maksat muhabbetse, ekşisözlükteki arkadaşlarla süper muhabbet yapılıyor zaten. msnde iki üç kişi var. 'yeni' insanla konuşmak istersem de, sözlük mesajlaşması var yine, en doğrudan yöntem. diyordum ve yukarıdaki soruya yanıt veremiyordum.
ve yanıtsızlık, benim gibi "bar/konser gezeyim demeyen, dışarıya/tiyatroya/sinemaya/kitapçıya/restoranta tek başına gitmeyi her ihtimalle tercih eden biri için" iki cevaba gebe oldu.

MANİFESTOM:
1) (maalesef heteroseksüel olduğumdan dolayı) erkeklerle dışarıda buluşmak her ihtimalle "boşa harcanmış zamandır."
2) kızlardan, benimle yakın vadede sevişmeyecek biriyle buluşmak "boşa harcanmış zamandır."

(not: geçmişte tanışıp, ortak geçmişimizin olduğu insanlar bu manifesto için istisna tabii)
***
burada araya girmeliyim tabii. yahu, "kötü emellerine alet etti" diye bir terim var türkçede. nesi kötü o emelin, bre öküz? senin emel/ahlak teorisizliğinin içine edeyim ben..
***

bu ve bu ve bir sürü bu sebepten dolayı, demek istedim ki birilerine:
"ya ben yine büyük adam olmak için odama kapanıyorum. seninle görüşmek istemiyorum. 2. büyük münzevi kongresi düzenliyorum. heyhat."
...
lakin diyemedim.
bunları diyeceğim kimse kalmamış etrafımda, halihazırda.


şimdi, "aga ben bi altı ay yokum, döndüğümde adorno'dan bile alıntılar yapmaya başlayacağım, öyle entelektüel böyle şaşaalı olacağım" diyebileceğim insan dahi yok. kalmamış. hepsini elemişiz evvelden ottan boktan nedenlerle. şimdi "ciddi" bir nedenle elemasyon gerektiğinde de bulamamışız kimseyi...
fark ettim ki, onlardan da lazımmış. çevre, sadece staj ayarlarken değil, "seninle işim bitti" diyeceğin adamlara ulaşmada da başat faktörmüş..

hem adorno şöyle der; "dandik kararlarını insanlara doğrudan deklere edemiyorsan, blog yaz."


Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa