Ulan şu yaşa geldim, hala karanlıktan korkuyorum. Son 40 saatte toplasan 4 saat uyumuşumdur. Yani çılgınlar gibi uykum var ama yatağa girip ışığı kapatmamla beraber kalkıp ışığı yeniden açmam bir oluyor. Uyuyamıyorum ulan! Ne yapacağını şaşırdı bünye! Türkçe'de ki en sevdiğim cümlelerden biri olarak "Sikerim böyle aşkın ızdırabını" diyorum. Havanın aydınlanmasını bekliyorum uyumak için. Hava aydınlandıktan 2 saat sonra ders anlatıyor olmasalar hiç sorun değil ama öyle yapmıyor şerefsizler. İkinci öğretim tıp eğitimi istiyorum. Bir de yeter artık animelerin üstüne şarkı koyup yollamayın. Yaratıcı olun biraz! Twitter mı açsam napsam?
istanbul'dan kalktı tren
ankara'da yaptı fren
bu post'a cevap veren
ya ibnedir ya götveren
---
Kısaca: orası öyle, tink
Bir uçak düşünün ki 45 dakika rötar yapıyor. İçinde hiç susmayan bir bebek var. Tüm bunlara rağmen iki tane kardeşi görmek insanı mutlu ediyor. Birbirleriyle oynamaları, birbirlerine vurmaları. İşte tüm bu gördüklerimin ardından ben bunu yaşamaya değerim hatta deyerim diyorum. Hehe.
Kısaca: yolculuk
İç ses demişti bana: "Çıkar hemen o kumaş pantolonu, bir şeyler ters gidiyor!"
0 yorum Zikreden: Muhsi Zaman: 00:19
haydi barikata dedim, herkes sus pus...
herkes korkmuş, herkes pısmış...
bu korku ortamında, bu sahipsiz durumda ampul gibi parladım.
parlamentoya gidiyoruz dedim, olmadı hükümet sarayı dedim... dinlenmedim... dinletemedim...
işte şimdi ifşa ediyorum o karşıdevrimcileri, grev kırıcıları...

kendisi devrim fikrine daha kökten karşıdır. köktenkarşıdevrimci... onun için hep oyun olsun, hep eğlence olsun, salon salomanjede, ehlikeyflere koyduğu 70liği 1250 tane mezeyle ve şalgamla tüketsin, post rock dinleyip gıygıygıy duymaktan gıygıylanıp miskinleşsin.
vidar dediğiniz adam budur. zaten onun yapacağı devrimden de hayır gelmez.. en iyi yaptığı şey, bana yer yer çaktırmadan, yer yer bayağı çaktırarak laf sokmasıdır.
bu millet için, değil devrime baş koymak, nescafesine süt tozu koymaz istemediği zaman...
yazık... halbuki eğlenceli, yakışıklı çocuk. 3 numara saçlı devrimci olmaz dediysem de güzelim upuzun saçları kestirdi. devrim fotoğrafımıza kendisinin 45 dereceden karizmatik resmini koymayı düşünüyordum
olmadı.
zati, yarasa gibi tatlı hayvancağızdan korkan adamdan devrime hayır gelmezdi...
fingolfin

en hızlımız oydu. "buradakilerden bir şey olmayacak" demişti giderken... yurtdışına gitti örgütlenmeye. tam 09 09 09 günü 09 09'da onun ekibiyle benim ekibim burada buluşacak parlamentoya yürüyecektik. umutluydum ondan. sonra ne olduysa caydı. texas hold'em'a mı dadandı, 3te1 fiyata satılan beyliiis'e mi dadandı diye araştıttırdıysak da netice alamadık.
lakin içten içe biliyordum. hayatında 1 defa bile bir bathory şarkısı, bir black metal bilmemne metal şarkısı dinleyen insandan devrime hayır gelmiyordu... fingolfin, bu önermenin açık örneğiydi...
snuffleupagus

bi kere, starwarssever insandan devrimci olmaz. kendisinden en baştan beridir umudum yoktu.
sırasıyla bakalım;
danton, robespierre, mösyö giyotin...
petro, freud, sylvia saint,
marx, engels, lafargue, gramsci, roger waters,
che, castro kardeşler, mustafa suphi, oray eğin...
daha sayarım. daha çok sayarım. binlerce dansöz olduğu gibi, binlerce büyük adamlar, devrimciler de var dünyada...
peki söyleyin hangisi star wars izlemiş? hangisi ilhamını star warstan almış? film boyunca, amerikan emperyalizminin algıya etkilerinin dorukta hissedildiği, siyonistlerin bir oyunu olan star wars...
bu söylediklerim bile yeterli lakin kendisinin bir ara black metal filan dinlemişliği de var. bunu da bilin, bunu da duymuş, dinlemiş olun.
anlaşıldığı üzere katmerli karşı devrimcidir kendisi.
tanin

bir de yalnız takılma huyu var. örgütlenelim, diyorum, ben votka şişesi ve bilgisayarımla 3 kişi yaşıyorum zaten diyor, sittir oradan.
ben de tek başınalığı severim ama her şeyin bir kuralı kanunu var tanin. tek başıma grup sex yapayım diyebilir misin?
almıla

kendisi bizim blogdan olmasa da, ciddi bir karşıdevrimci olduğundan dolayı, ismini zikretmekte yarar var. isim diyorum da, kendisi henüz isminde bir mutabakata varamadı. 5 ismi, 8 takma ismiyle toplamda 13 passportu var. bu özelliği eylemlerde gizlilik açısından işe yarayabilir. yaş haddinden hepimizden az ceza alacak olması da cabası.
fakat dalgacı denizdir kendisi. devrimden anladığı bira içmektir. bununla bi birahanede, hadi, bi birahane darbesi de biz yapalım desen, gluck gluck sesler çıkartır, sen çık ben geliyorum deyip internete koşar. blogunda, yapacağınız darbenin dalgasını yapar, geyiğini yapar. zengin olduğundan ötürü, kendisinden maocu bi referans filan beklerseniz yanılırsınız. referansı 300liralık bez ayakkabılar ile punk is not undead'dir. cezmi ersöz sevmez amma yine de romantiktir. devrimle romantik ilişkisi vardır...
fuuls kent sii

kendisi, devrim örgütleyicisi, grev sözcüsü olabilecek bir hanım kızımız. v for vendeta'daki görünmez adam ya da big brother yarışmalarındaki big sister, ya da godot'yu beklerken'deki gogo'nun annesini ve didi'nin bacısını fransızca orijinalinden layıkı vechiyle oynar. gizli gizli örgütlenmeyi yönetir. fransızca bilmesi, devrimimizi fransızlara da anlatabilmek açısından işimize yarar. türkçeyi de bilir ama türkçeyi şifreli konuşur. ben ingilizce konuştuğu zaman daha iyi anlayabiliyorum kendisini.
karakolda kolay ötmez,
birtek, arasıra bazıbazı kaybolur. bayramdan sonra filan der...
fuuls. devrimin ne i phone'u ne bayramı olur. biz, zafer sarhoşu, devrim şehidiyiz.
gurthaur

isimden zaten şöyleböyle bi adam olduğu anlaşılıyor. bu, yarasadan korkmaz. yarasa havuzlarının oralarda çok içmişliğimiz, çok devrim hayali kurmuşluğumuz vardır. fakat kendisi kafayı bulunca biraz uydurur. 40km çapta kız varsa, çok uydurur. kızlı ortamlara, örgütlenmelere ve özellikle seks içeren örgütlenmelere bayılır. o yüzden, devrime giderken, kalabalık gözüksün diye, "abi, kızlaaaaaar, ortaaaaaaam, diskoooooo" derseniz, uçarak gelir yanınıza. sağlam adamdır da. biber gazı, gaz bombaları yemek, bunun espri bombalarına maruz kalmaktan evladır.
benim hakkımda çok fazla şey bilir ama. o yüzden güvenilmez. konuşsa sokağa çıkamam. elindeki videolarımı verse, googleda kim kardashian'dan sonra en çok tıklanan adam olurum...
yaramaz. karşıdevrimcidir. bathory ve black metal dinlemişliği, sevmişliği bile vardır. dünyada en fazla bathory dinleyen adam, belki de budur.

dün, tam bu saatlerde, vücudumda mebzul miktarda alkol vardı.
aynı boku yemek için gittiğim kokoreççinin bayrama kadar kapalı olduğunu görüp, bir diğer sevmediğim kokoreççiye gittim. aynı bokun daha bi beyazıydı bu diğeri. bütün bütün yağ yiyorum gibi hissettim. pis kokuyordu. henüz yeterince içmemişim ki, kokuyu alıyordum.
o boku yiyor, yanındaki zıkkımdan zıkkımlanıyor ve devrim düşünüyordum.
yazdığım en iyi öyküyü tamamlamış, “Olmaz öyle küfretmeyen devrimci” epigrafını özenle en üst sağa yerleştirmiştim. rahattım. coşkuluydum. birilerini aramak için telefonu elime aldım. sonra, ne yapıyorum amına koyayım, dedim ve telefonu hışımla fırlattım. kırılır diye korktuğumdan yatağa doğru fırlattım. hala sütoğlanıyım. devrimi de, papyonla yapacağım herhalde. hayır.
papyona hayır!
kafama geçirmek için evde bir külotlu çorap arandım, bulamadım. bu gece devrim yapacaktım. ayaklanmaları bitmeseydi hemen bu gece yunanlılara katılırdım. bitti. 16 yaşında olsaydım, bittiği halde yine onlara katılırdım. yürümekle yollar, bağırmakla ses telleri aşınmıyor (sadece tahriş oluyor bu götler) ama ölsen, 16 yaşında ölsen, oralarda, arkandan üç devrimlik molotof atılır. oralar kadir kıymet bilir. yoldaşlık nedir bilir oralar. yoldaşlık, ölen yoldaşının arkasından günlerce yaygara kopartmaktır. hem orada, molotofu da çorabı da örgütten temin edersin. burada teksin. ölsen, ancak kafana geçirdiğin çorabın markasının satışlarını patlatırsın.
amına koyayım. bunu düşündüm, külotlu çoraptan da, yunandan da vazgeçtim.
devrimden vazgeçmedim.
parlamento uzaktı. zaten ikisi de birbirinden boktan. kokoreçten beter.
buradaki belediye binası ise, (sarayı diyor bi de götler, neresi saray lan bunun, kıçıma benzeyecek, kıçıma iki cam bi kapı çizsem...) yarrağı andırıyor biraz anlamsızlık olarak. iki tane işlevi var işte kocca binanın. bi, bugün git yarın gel, diyorlar azarlayarak. bir de başka bir şey de diyorlardır ama, ben denk gelmedim.
evet, onlar patlamayı hakediyor. ama takatim yok oraya gidecek. on dakika uzaklıkta. devrimci yorulmaz ama üşenebilir. devrimci kafayı da bulabilir. ama kafa bulmaz devrimle. ben, kafayı epey bulmuşum. ayakta duramıyorum. oraya kadar gitsem de, patlatacağım şey, ancak soğuk bir espri olur.
sikeyim.
kafa da bulmaya başladım. benden devrimci olmaz. halbuki tam odamın yan tarafı.. bitişikte adliye var. kendimi patlatsam, orayı da sabote etmiş olurum. bu sabotaj mı, kabotaj mı olur? bayramı vardı. bu ikisini hep karıştırırdım. neyse, her şeyi ben mi düşüncem lan! bunu da, "adliyeyi patlattı" diyecek olan düşünsün. ben patlatayım, o ne derse desin.
bunu düşünmeliyim.
küfretmeyen devrimci olmaz. düşüneceğim bunu koyayım.
düşünmeyeceğim ya da. düşün düşün, aynı zıkkımı içmek ve zorunluluktan başka boku yemek dışında yediğim bi bok yok.
bugün harekete geçmeliyim.
bugün, her bir ayrı muktedir götüne, ayrı bir dükkandan aldığım boku sokmalıyım.
buz devri gibi bir şey olsa gerek, zira buz kestim. karasal iklimde gibiyiz koyayım. geceleri üşüyorum. ince giyinince sabaha karşı soğuktan uyanıyorum. kalın giyince, gece, hepten uyuyamıyorum.
serdargut yazı yazmış. okumadım. son zamanlarda nadiren uzun bir yazı okuyor, nadiren okuduklarımın da nadireni üzerinde kafa yoruyorum.
bunun başlığı çekti beni. ben kuşağı. ismi bana yetti. benler, benler ve ben. ve eben.
***
onları değil de, yakınlıkları anlatayım. stajda iki önemli tanışım oldu. ilki eski bir arkadaş. benim lisemden benden bir dönem alttan.
bir gün, demişti, gaye hocayla konuşurken yanımıza geldin ve, odtüden boğaziçinden başka okula gitmem dedin, dedi.
ben öyle saçma şeyler demem, naptın aga, dedim. (sanırım 2. össmde bile, boğaziçinde kazanabildiğim bölüm yoktu.)
yok abi, eminim, böyle dedin, o vakit sana sinir olmuştum, dedi. siktir, dedim içimden. siktir lan, dedim dışımdan. dışımdan söylediğimden ziyade içimden söylediğim önemliydi.
bu, bundan 5 sene evveldi.
--
diğeri yeni. daha 1 ay evvel. aklıevvel arkadaş, stajda yeni tanıştığım arkadaş şöyle dedi. "ilk gün sürekli yere baktın."doğrudur abi, canım sıkkındı," dedim.
halbuki canım sıkkın filan değildi. bulunduğum yere, bulunduğum yerdeki 80küsür binanın hepsine, bulunduğum yerdeki 80laptopa ve bulunduğum yerde çalışan, çalışmakta şanslı da olan bokpüsür şanskütür 800küsür kişinin insaniyetine, insaniyet namına sövüyordum.
anlık, rastgele, her daim, yerimden nefret edebildiğim gibi, o an, ilk gün yere baktığımı söyleyen arkadaştan da ayrıca nefret ediyordum, çünkü beni gözlüyordu ve çünkü bir şekilde beni gözlediğini biliyordum.
podyumlarda bir hayalet dolaşıyor. komünizm hayaleti...
******
staja başladığımda, üretim hollerinden birini gezerken holün giriş kapısında "iş kazasız çalıştığımız gün 29" yazısı bulunan bir levhanın asıldığını görmemle başladı her şey..
sonraki günlerde, bana iş öğretmek amacıyla karbon çelik s-spool'a doğru eğilen mehmet usta, 'boxer frikiği' vermekten kurtulamadı. bu, hoş bir durum değildi fakat böylelikle, iş kazası mantığı benim kafamda çok farklı mecralara kaymış oldu..
aklıma, ilk evvela, podyum işçileri geldi. yanılmıyorsam orta 1'den beri sistemli olarak ilgilendiğim bir konu olan, mankenlerin 'iş kazası problematiği' stajda da, farklı bir surette karşıma çıkmıştı..
biliyoruz ki, iş kazaları, maddi manevi çöküntüye, ciddi bir vakit kaybına neden oluyor. nasıl mı;örneğin, "ece gürsel göğüs" yazınca google'da, karşımıza çıkan sitelerden ilk tıkladığımda bunu gördüm. bu fotoğraf, maalesef, fetişist bir obje olmaktan ziyade ciddi birtakım sorunları gözümüzün gözümüzün içine sokuyor, sarsıcı gerçekler karşısında sadece susuyoruz... manken olmanın bir başka zorluğu daha, tüm çıplaklığıyla karşımızda..
aynı, iki kuruş daha kâr etmek uğruna, 99 depreminde milyonları ölüme sürükleyen müteahhitler gibi, kumaştan çalan terzilerin azizliğine uğradı ece gürsel..
tek suçu mesleğini ve insanlarını; ülkesinin insanlarını, onu besleyen büyüten insanlarını sevmesiydi.. buydu suçu..
*************************************************************************************manevi yükümlülük, demiştik. işte, "sulhi beni kesecek"
...
sulhi meselesinde, sibel can'ın ciddi bir yıldırma kampanyasıyla, siddet korkusuyla ve kıstırılmışlıkla karşı karşıya olduğunu görüyoruz.
kesilmek bu kadar kolay mı...
hayat bu kadar ucuz mu..
laik atatürk'ün açtığı yoldan, katettiğimiz onca mesafeden gele gele buraya mı geldik.. bi tarafta kara çarşaf diğer tarafta kesilmek... hepimiz atatürk'ün çocukları değil miyiz mi ki kesilme tehlikesiyle, gün be gün tüketiyoruz hayatımızı...
bakın,
sağdaki fotoğrafta sinen, yılgın, şaşkın bir kadın, mağdur ama gururlu bir kadın profili göreceksiniz.
sibel can, şimdi, bize fotoğraflardan gülümsüyor,burukça. kaderine, ülkesinin kaderine, "coğrafya kaderdir" denilen topraklardaki haline sadece gülümseyebiliyor. hepimizin elleri kolları bağlı, hepimiz kuşatılmışız kapitalist düzen tarafından..
*************************************************************************************
bununla da kalmıyor.
podyum işçileri her geçen gün daha fazla sömürülüyor; daha da fazlaca, arsızca emiliyor kanları her bir gün, emperyalist dünya tarafından.
fötr şapkalı, purolu para babaları tarafından sömürülmemiz; emekçi mücadelemiz nereye gidecek? ne olacak?
selma ergeç'ler daha ne kadar, öyle burukça dolaşacaklar.
daha ne tavizler verilecek..
************************************************
dostlarım. sizleri de üzüntüye sürüklemek istemem. o utangaç, o üzgün kadınlar daha fazla ağlamayacaklar. örgütlü mücadelemiz sonunda başlıyor.
manken sendikası diye bir şey var şimdi.
iş kazalarına karşı ciddi önlemler almak için mücadele eden, hepimizin desteklemesi gereken..
mücadele geleneğini, stalin'den, brejnev'den alan, örgütlü, ne yaptığını bilen insanlar bir bayrak altında toplanıyorlar. amerika güdümlü yandaş medyaya, tüm anti propagandaya ve sessiz karşılanmamıza rağmen şimdiden beş kişiyiz.. çığ gibi büyüyoruz her dakika...
biliyorum, bu yolda çok acılar çekeceğiz. çok bedeller ödeyeceğiz... bunları biliyoruz. kazalar, "güya kazalar" devam edecek. dış mihraklar ve içteki işbirlikçileri ile ilk defa mücadele etmiyoruz. bunlar hep yaşandı, yaşanıyor..
vicdanı olanlara sesleniyorum.
mankenler toplu hareket etsin, artık ergen çocuklar, "anaa" diye ağlamasın istiyorsanız...
dekolte olsun diye yarısı çöpe atılmış kıyafetlerden başka kaybedeceğimiz bir şey yok!
güzel günler göreceğiz çocuklar.
motorları, maviliklere süreceğiz...
hüzünle bakan sibel gibi, evet. sibel gibi...
Kısaca: bakara 223, biri beni kessin, kestik, motorları sürmek, terzi fikri, tink

vidar'ı ikna edemedim fakat işin o boyutu önemli değil. önemli olanı, kendimi 8 senelik arkadaşıma dahi doğru düzgün anlatamamış olmam.
***
staj yaptığım yerde, şefim, elime bir dosya tutuşturdu. "ben bunu türkçeye çevirdim, şimdi tüm departmanlara gönderiyoruz okumaları için, yeniden yapılanacağız, dünya devi olacağız" dedi. dosyaya baktım. başlıkta misyon/vizyon/değerler yazıyor. bu tip yazılar, bana oldum olası bombomboş gelmiştir. lakin, boş boş oturmaktan iyidir diye bir göz attım şefim tarafından türkçeye çevirilmiş belgeye. aynen kopyalıyorum;
"ayrıca yine 'strategy and operation'ı birbirine integrate etmek yanısıra enhanced vision'ı da define etmek için 'strategy map' çok uygun bir framework'tür."
"inanıyoruz ki, measurement yetisi management için fundemental bir araçtır."
gördüğümüz gibi, ciddi bir beyinsel süreç ile çeviri süreci akabinde dünyada üretilmiş bu cümleler, ileride, şirketin kurumsal kimliğine filan falan. şirket önemli değil zaten.
***
bu deneyimden sonra, ciddi anlamda blogun varoluş nedenini (misyonunu) tanımlamak istedim;
yola çıkarken, "gerizekalılar için gerizekalılar tarafından yazılmış gerizekalıca yazılar" altbaşlığını önermiştim ben. üç kişilik grubumuzun iki kişisinden veto yedim. bana, bu konsepti istiyorsam, kendi başıma bir blog açmamı ve doğal akışımla yani kendim gibi yazmam öğütlendi. o yazıları da illa birileri okuyacaktı ne de olsa. ve yukarıda söylediğim konsept hedefine ulaşabilecektim.
önerim beğenilmediğinde ise, onların, "bu blog, sözlüğe koymayacağımız yazıların mekanı olmalı." önerisini ise direkt kabul ettim. evvelki blog deneyimlerim en fazla 5er yazılık sürmüştü, blog nedir ne değildir meraklanmıştım. sonra, sözlük ile blog dünyasını karşılaştırmak istiyordum. genel olarak, blogun arayüzünü hiçhiç beğenmiyor, burada fikir tartışmaları yapılamayacağını düşünüyor (ki bu düşüncem hala sabittir) filandım. sözlük; hande yener, şişirir, dolma (kimi zaman sarma) yapar, patlatır, diyordum. gözlemlemek gerekti.
neyse, değerlerimize geleyim. ben değersiz bir adamım. genel olarak bizim değerimiz ise, mümkün olduğunca çok insanı rahatsız edip eğlenmek. mizah, agresif olmazsa değersiz olur düşüncesinde bir insanım. şurada, bunu yazan tosun, okuyanın amına kosun, yazmazsam misal, tüm yazının boş olacağını düşünür, öyle hür doğdum hür yaşarım, kime ne ki menne?
***

her eşkenar üçgenin aynı zamanda ikizkenar olması, her biseksüelin aynı zamanda heteroseksüel olması gibi; ben de her terbiyesiz gibi terbiyesizim. eylemsizlik de bir eylemdir, düzensizlik de bir düzendir. bu açıdan, tink için de değerli bir insan, ahlaki değerleri var diyebiliriz. arz ederim. (arzı hitap manasında söylüyorum. yoksa blogun hisselerinin yüzde 51i halen bizde. arz yok.)
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa