kıskanmak


bugün ilhan erdost'un katledilişinin yirminci yılı. saygıyla, rahmetle anıyoruz. bu sefer üşenmiyorum ve rahmet ne demek, bakıyorum: bolluk, ihsan, bereket. bu sefer de, ihsan ne demek, bilmiyorum. aklımda bir şeyler canlanmıyor değil. ama söyle desen söyleyemem, sadece his.

**************

bir diğer his ise şuydu. sabah uyandım. güzel bir güne uyandığımı biliyordum. cumartesi olmasına rağmen 9:30'a saat kurup uyandım. az biraz nette dolaştım. sonra oturdum, nihayetinde bir ayine dönüştürdüğüm 'kıskanmak'a oturdum, daha dün dost kitabevinden aldığım. nadiren, kahve almak ve tuvalet ve bilmediğim kelimeler için kalktım. notlar aldım, şaşırdım, vuruldum ve hayal kurdum.

(ingilizce olduğuna kusura bakmayasınız, bence, filmle ilgili, en iyi fotoğraf bu)

sonra, saat 20:15de bitti kitap ve yatağımdan doğruldum. yüzüm gülüyordu, sinemaya gidecektim. kız arkadaşımla buluşmaya gidermişçesine, iç çamaşırımdan çorabıma kadar tüm dikkatimle ve özenimle giyindim. saçlarımla 15 dakika uğraştım, parfümümü sıktım. kulaklığı taktım. pearl jam-black dinleyerek büyülü fener'e doğru yol aldım. tek başıma izleyecektim, gözümü kırpmadan izleyecektim. içeride kubrick afişlerini inceldim. iki tane, eşcinsel olduğunu tahmin ettiğim adamın yanına oturdum. film esnasında mısır yediler ve boyuna yorum yaptılar ve yüksek sesli güldüler ve sürekli pozisyon değiştirdiler.
buna rağmen,
ilk sahnede vuruldum. gazi paşa denmiş ve herkes kalkmış alkışlıyordu. son yıllarda izlediğim en etkileyici açılıştı bu. zaman geçti. kor'lar, har'lar girdi. albinoni-adagio girdi. en nihayetinde, kapanmayan, kendiliğinden açılan kapı girdi devreye.

ve bir sarhoş olarak çıktım sinemadan. tüm gerçeklik duygusundan azade ve tüm 'yaşam' denen bok çukuruna dönüşten uzak. selanik caddesinde yürürken, 10 yaşına yakın kızların, 5 liraya yatmam lan senle, diye, sarhoşluktan yürüyemeyecek yaşlı bir adamla muhabbetlerini duydum, yine de sallamadım. hala hayal alemindeydim. olsaydı mp3 playerimde adagio, dünyanın anasını bellerdim.
sonra dürüm yedim. sonra barda, tek başıma, o ayağımın yere değemeyeceği kadar büyük koltuklarda bir bira içtim. sonra eve geldim. sonra adagio dinledim, kitap sayfalarını karıştırdım.

bir an, demirkubuz filan gibi, iyi bir şeyler yapmak istedim. zihinsel olarak, negatif eleştiriden üretime geçmeye çabaladım.
kaliteli şeyleri hep kıskandım.

3 Comments:

  1. tink said...
    ayın 7si, ayrıca, ekin devriminin 92. yıldönümüymüş. lenin olmasa dünya nasıl olabilirdi, tartışılır. ben ünsan oskay hocanın bir cümlesini hatırlatmak istiyorum;

    herhangi bir kadın güzeldir, marilyn monroe muhteşemdir. lakin, hepsinden de iyisi lenin'dir, fidel'dir.
    tink said...
    tabii ekin devrimi diye bir şey yok, el sürçmesi diye bir şey var.

    lakin, illa bağ kurmak istiyorsan; köylü ayaklanması değil mi bu, kardeşim? tee 19. yüzyıl başında başlayan, yüzyıl ortalarında serfliğin kaldırılması, sonra burjuvazi anlayışının değişmesi filan falan.

    ekin'lerin de bu olayda rolü var. belki de köylü, o yılki ekinden memnun değildir. çar da demiştir ki, ben size 'ekin' dedim. siz ekmediniz. ne ekerseniz onu biçersiniz! sonra da, bir 'ekin'oks vakti, lenin sahneye çıkmıştır.

    kimbilir...
    Muhsi said...
    ekinler dize kadar yazmadan duramadım.
    --
    tamam gidiyorum.

Post a Comment



Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa